KPSS MAĞDURLARINDAN ÖĞRETMEN HÜLYA’NIN AĞABEYİ RİZELİ
FAİK’İN ANLATTIKLARI
Bendeniz ne yapacağımı bilemez haldeyim. Kız kardeşim
öğretmen oldu, iş bulamıyor. Nişanlısı terk etti. Beş yıldır iş sınavına
giriyor. Okulunu birincilikle bitirdi. Mutlu bir genç kızdı. Şimdi ilaçla
ayakta durabiliyor. Bu nasıl devlet anlamıyorum. Ailemizde çok öğretmen var.
Babam da öğretmendi. Bendeniz, bir lisede öğretmen olarak görev yapıyorum. Bir
dönem sendikacılık yaptım. Eğitim sendikasında yönetim kurulu üyesiydim. Yararlı
olamadım.
Neden derseniz, sendikacılığımız da siyasetimiz gibi kirli…
Ne işim vardı sendikada… Kimse kimseyi beğenmez. Beni fazla Atatürkçü buldular.
Atatürkçü müyüm? Atatürk’ü severim, önemserim. Büyük lider olduğunu kabul
ederim. Eleştirilerim de vardır. Kimseye yararı olmayan eleştiriler… Bildiğim
en önemli şey, Atatürk’ün zalime boyun eğmediğidir. Konuşulması gereken çok şey
var ama gerekmez.
Hem sol kesimde hem sağ kesimde; özellikle sağ kesimin
dindar kanadında garip şeyler oldu. Dindarlar ABD yanlısı kesildi. Durduk yere
Atatürkçü olmak diye bir suç çıkardılar ortaya. Beni de bu suça dâhil ettiler.
Anlam veremedim. İnançsız biri olduğum doğru. İnançsız biri olarak ne İsa’yı,
ne Musa’yı, ne de Muhammet’i dindarlara bırakırım. Bütün peygamberler adaletten, eşitlikten,
özgürlükte yanadır. Bu damardan gelen kim olursa olsun savunurum. Sağcı demem,
solcu, sosyalist, ateist demem. Atatürk’ü tabi savunacağım. Haktan yana kim
varsa ulusal kahraman sayarım. Hangi dinden milletten olursa olsun. Halkı için çalışan
herkes insanlığa hizmet etmiştir.
Yazıya başlamadan önceki niyetim bir şikâyet mektubu
yazmaktı. Düşünüyorum… Şikâyetimi yazacak kurum bulamıyorum. Başbakan’a mı
yazayım? Sayın Başbakanım, atadığınız Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’den
şikâyetçiyim diyeceğim. Diyemiyorum. Dinçer’den önce Başbakan’dan şikâyetçiyim.
Demokrasilerde Başbakanlar kime şikâyet edilir. Başbakanı şikâyet edecek yer
kalmadı.
Zor günlerden geçiyoruz. Hukuk sistemi bozulduğunda adalet
arayacak yek kalmıyor. Geçenlerde şu olay oldu: Başbakan partisinin kongresine
basının bir bölümümü çağırmadı. Kongreye yalnızca yandaş basın alındı.
Demokrasilerde böyle bir şey olamaz dediğinde Başbakan şunu diyor: Almak
zorunda mıyım? Almadım arkadaş. Hakaret eden basın istemiyorum… Hakaret dediği şey
eleştiri… Başbakan eleştiriye gelemiyor. Sürekli övgü istiyor. Tam itaatten
hoşlanıyor. Bakanlarına siz bana kenetlenin, ben size kenetleneyim, ne kadar
sıkı kenetlenirsek kimse bize dokunamaz diyor. Çıkardıkları yasalarla
geleceklerini güvence altına almaya çalışıyorlar.
Bu durumda Başbakanı bir yere şikâyet etmek lazım değil mi?
Nereye? Mahkemeye? Savcılar, hâkimler, hepsi Başbakana bağlı. Ne yapılabilir ki
bu durumda. Başbakan hakkında gensoru verildi. Gensorulardan hiçbir sonuç
alınamıyor. Çünkü Başbakanın bütün milletvekilleri asker gibi… Komutla çalışan
kurşun askerlere benziyorlar. El kaldır
diyorsun kaldırıyorlar, indir diyorsun indiriyorlar. Kenan Evren’in faşizmi
gitti yerine Tayyib’in faşizmi geldi. Bakalım bu ne kadar sürecek.
Ben yine de şikâyetçi olacağım. Şikâyet kurumu olarak
milleti görüyorum. Sayın kaymakamım, Sayın valim diyoruz ya… Değiştiriyorum.
Sayın Milletim diye başlıyorum… Sen ki bu güne kadar onlarca devlet kurdun,
onlarca devlet yıktın. Ne olur artık bu yaşadıklarımıza bir son ver. Eğitim
bakanı Ömer Dinçer’i görevden alın. Allahınızı seviyorsanız yapın bunu.
Çocuklarımızın geleceği için söylüyorum.
Kime diyorum ki. Bu millet değil mi bu Başbakanı başımıza
saran. Doğrudur: Eğitim politikalarını bakan Dinçer tek başına belirlemiyor.
Görevi, önüne konan kararları, projeleri hayata geçirmek… Unutmadan belirteyim.
Bakan Dinçer’in en belirgin özelliği öğretmenleri yetersizlikle suçlamasıdır.
Neden bu konuya taktı? Anlatacağım… Ortada o kadar çok sorun var ki. Örneğin Dinçer,
KPSS mağdurlarına şöyle diyor: KPSS’de başarılı olamadığınız için öğretmen
olamıyorsunuz. Güler misin ağlar mısın? KPSS’de başarı nedir? A dersinde açık
var derler KPSS’den 20 puan da alsan atanırsın. Diğer ders öğretmenliklerinde
az açık olduğu için 80 de alsan 90 da alsan atanamazsın. 20 KPSS puanıyla
atanan öğretmen başarılı, 80’le atanamayan öğretmen başarısız. Bu mu sizin
başarıdan anladığınız?
O kadar çok konu var ki. Hangi birini anlatacaksın. Sayın
bakan geçenlerde video konferans yöntemi ile öğretmenlere seslenmek istedi.
Konferans salonlarını görmeliydiniz. Boştu. Bakan boş salonlara konuştu. Karizması
yerlere serildi. Video konferans da neyin nesi, nereden çıktı diyeceksiniz?
Öğretmene bir şey mi söylemek istiyorsun? Gazetecileri, televizyoncuları çağır
söyleyeceğini söyle. Ya da video çekimi yaptır internete koy. İsteyen izlesin. Hava
atacak ya. Bakan da amma teknoloji biliyor, teknolojiden etkin yararlanıyor
diyeceğiz ya. Olmadı tabi...
Yine de Bakanı kutlamak lazım. Böyle bir olay Türkiye’de bir
ilk oldu. Bakan Bey Türkiye’nin bütün illerine, ilçelerine, hatta köylerine
aynı anda seslenecekti. Yapamadı. Adı, Türkiye’nin her yerinde boş salonlara
konuşan bakan olarak tarihe yazıldı. Utandı mı? Hayır. Kim utanıyor ki o
utansın. Memleket utanmaz bakanlarla dolu.
Konuyu dağıtmadan belirteyim. Sayın bakan eğitimde kalitenin
düşük olduğundan yakınır. Sorumluluğu öğretmenlere atar. Öğretmenler iyi
değilmiş. Öğretmenler iyi yetişse eğitimde zirve yapacağız. Öğretmen tabi
önemli… Eğitimde kalitenin ön şartı eğitim sisteminin iyi yönetilmesidir. Asıl
sorun bu; eğitim sistemimiz yönetilemiyor. Sistem, yönetme becerisine sahip
olanların elinde değil.
Hatırlatalım: Mesleği öğretmenlik olmayan binlerce
üniversite mezununu kim öğretmen yaptı. Devlet. Devlet, öğretmenlik mesleğini
ayaklar altına aldı, yerlerde süründürdü. Süründürmeye devam ediyor. Önceki
iktidarlar, üniversite diploması olan herkesi kadrolu öğretmen yapardı. Tayyip
iktidarının farkı öğretmenleri kadrosuz çalıştırmak. Kadro yerine ücretli
öğretmenlik getirildi. Kim olursan ol. Üniversite diploman varsa ücretli
öğretmenlik yapabiliyorsun.
Şimdi… Sorun şu: Sen kime kızıyorsun Sayın Bakan? Eğitimin
kalitesini öğretmenler bozmuyor. Aynaya bakarsanız kimin bozduğunu görürsünüz. Bakan
da olsanız bilmiyorsunuz, bir daha hatırlatalım: Karın tokluğuna çalışan, iş güvencesi
olmayan öğretmene ücretli öğretmen deniyor. Ücretli polis, ücretli doktor,
avukat, bakan, millitvekili var mı? Ücretli öğretmenliğe karşı çıkan öğretmen
adaylarına sayın bakanın cevabı şu: Neden ücretli öğretmen olmayı kabul
etmiyorsunuz? Ücretli öğretmen olursanız biz de hayvan yetiştiricilerini
öğreten yapmaktan vazgeçeriz.
Şunu da ekleyelim… Bakanın incilerinden biri de şöyle: Atanamayan öğretmenler cami önünde yem bekleyen
güvercinlere benziyor. Kafasını kıracaksın böyle adamların. Kim sizden
sakada bekliyor. Hayvan yetiştiricileri kim Sayın Bakan? Bu güne kadar kaç
hayvan yetiştiricisini hayvanları yetiştirsin diye öğretmen yaptınız.
Veterinerleri kastediyorsan onlar hayvan yetiştiricisi değil. Hayvan
yetiştiricilerine çoban diyoruz. Milli Eğitimi çobanlarla mı yönetiyorsunuz.
Öğrenciyi koyun mu sanıyorsunuz? Ne demek istiyorsanız açık söyleyin.
Ruh halinizi ben açıklayayım: Öğretmenleri sevmiyorsunuz
çünkü öğretmenliğiniz tartışmalı. Nasıl üniversite hocası olduğunuz tartışmalı,
çalışmalarınız tartışmalı, teziniz, doktoranız, neyiniz var, neyiniz yoksa
tartışmalı. Bugünlere gelmenizde etkili olan neydi? Torpil mi? Başka bir
şeyiniz yok. Oturduğunuz koltuğu doldurabilseydiniz daha hoşgörülü olurdunuz
belki. O koltuk size bol geldi. O kadar bol geldi ki içinde kayboldunuz. Şu
anda o koltuk boş görünüyor. Üzerinde bir oturan var ama görebilene aşk olsun.
Not:
Kız kardeşim Hülya intihar etti. Geceyi hastanede geçirdik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder