24 Ekim 2012 Çarşamba

RİZELİ FAİK'İN ANLATTIKLARI



KPSS MAĞDURLARINDAN ÖĞRETMEN HÜLYA’NIN AĞABEYİ RİZELİ FAİK’İN ANLATTIKLARI

Bendeniz ne yapacağımı bilemez haldeyim. Kız kardeşim öğretmen oldu, iş bulamıyor. Nişanlısı terk etti. Beş yıldır iş sınavına giriyor. Okulunu birincilikle bitirdi. Mutlu bir genç kızdı. Şimdi ilaçla ayakta durabiliyor. Bu nasıl devlet anlamıyorum. Ailemizde çok öğretmen var. Babam da öğretmendi. Bendeniz, bir lisede öğretmen olarak görev yapıyorum. Bir dönem sendikacılık yaptım. Eğitim sendikasında yönetim kurulu üyesiydim. Yararlı olamadım.

Neden derseniz, sendikacılığımız da siyasetimiz gibi kirli… Ne işim vardı sendikada… Kimse kimseyi beğenmez. Beni fazla Atatürkçü buldular. Atatürkçü müyüm? Atatürk’ü severim, önemserim. Büyük lider olduğunu kabul ederim. Eleştirilerim de vardır. Kimseye yararı olmayan eleştiriler… Bildiğim en önemli şey, Atatürk’ün zalime boyun eğmediğidir. Konuşulması gereken çok şey var ama gerekmez.

Hem sol kesimde hem sağ kesimde; özellikle sağ kesimin dindar kanadında garip şeyler oldu. Dindarlar ABD yanlısı kesildi. Durduk yere Atatürkçü olmak diye bir suç çıkardılar ortaya. Beni de bu suça dâhil ettiler. Anlam veremedim. İnançsız biri olduğum doğru. İnançsız biri olarak ne İsa’yı, ne Musa’yı, ne de Muhammet’i dindarlara bırakırım.  Bütün peygamberler adaletten, eşitlikten, özgürlükte yanadır. Bu damardan gelen kim olursa olsun savunurum. Sağcı demem, solcu, sosyalist, ateist demem. Atatürk’ü tabi savunacağım. Haktan yana kim varsa ulusal kahraman sayarım. Hangi dinden milletten olursa olsun. Halkı için çalışan herkes insanlığa hizmet etmiştir.

Yazıya başlamadan önceki niyetim bir şikâyet mektubu yazmaktı. Düşünüyorum… Şikâyetimi yazacak kurum bulamıyorum. Başbakan’a mı yazayım? Sayın Başbakanım, atadığınız Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’den şikâyetçiyim diyeceğim. Diyemiyorum. Dinçer’den önce Başbakan’dan şikâyetçiyim. Demokrasilerde Başbakanlar kime şikâyet edilir. Başbakanı şikâyet edecek yer kalmadı.

Zor günlerden geçiyoruz. Hukuk sistemi bozulduğunda adalet arayacak yek kalmıyor. Geçenlerde şu olay oldu: Başbakan partisinin kongresine basının bir bölümümü çağırmadı. Kongreye yalnızca yandaş basın alındı. Demokrasilerde böyle bir şey olamaz dediğinde Başbakan şunu diyor: Almak zorunda mıyım? Almadım arkadaş. Hakaret eden basın istemiyorum… Hakaret dediği şey eleştiri… Başbakan eleştiriye gelemiyor. Sürekli övgü istiyor. Tam itaatten hoşlanıyor. Bakanlarına siz bana kenetlenin, ben size kenetleneyim, ne kadar sıkı kenetlenirsek kimse bize dokunamaz diyor. Çıkardıkları yasalarla geleceklerini güvence altına almaya çalışıyorlar.

Bu durumda Başbakanı bir yere şikâyet etmek lazım değil mi? Nereye? Mahkemeye? Savcılar, hâkimler, hepsi Başbakana bağlı. Ne yapılabilir ki bu durumda. Başbakan hakkında gensoru verildi. Gensorulardan hiçbir sonuç alınamıyor. Çünkü Başbakanın bütün milletvekilleri asker gibi… Komutla çalışan kurşun askerlere benziyorlar.  El kaldır diyorsun kaldırıyorlar, indir diyorsun indiriyorlar. Kenan Evren’in faşizmi gitti yerine Tayyib’in faşizmi geldi. Bakalım bu ne kadar sürecek.

Ben yine de şikâyetçi olacağım. Şikâyet kurumu olarak milleti görüyorum. Sayın kaymakamım, Sayın valim diyoruz ya… Değiştiriyorum. Sayın Milletim diye başlıyorum… Sen ki bu güne kadar onlarca devlet kurdun, onlarca devlet yıktın. Ne olur artık bu yaşadıklarımıza bir son ver. Eğitim bakanı Ömer Dinçer’i görevden alın.  Allahınızı seviyorsanız yapın bunu. Çocuklarımızın geleceği için söylüyorum.

Kime diyorum ki. Bu millet değil mi bu Başbakanı başımıza saran. Doğrudur: Eğitim politikalarını bakan Dinçer tek başına belirlemiyor. Görevi, önüne konan kararları, projeleri hayata geçirmek… Unutmadan belirteyim. Bakan Dinçer’in en belirgin özelliği öğretmenleri yetersizlikle suçlamasıdır. Neden bu konuya taktı? Anlatacağım… Ortada o kadar çok sorun var ki. Örneğin Dinçer, KPSS mağdurlarına şöyle diyor: KPSS’de başarılı olamadığınız için öğretmen olamıyorsunuz. Güler misin ağlar mısın? KPSS’de başarı nedir? A dersinde açık var derler KPSS’den 20 puan da alsan atanırsın. Diğer ders öğretmenliklerinde az açık olduğu için 80 de alsan 90 da alsan atanamazsın. 20 KPSS puanıyla atanan öğretmen başarılı, 80’le atanamayan öğretmen başarısız. Bu mu sizin başarıdan anladığınız?

O kadar çok konu var ki. Hangi birini anlatacaksın. Sayın bakan geçenlerde video konferans yöntemi ile öğretmenlere seslenmek istedi. Konferans salonlarını görmeliydiniz. Boştu. Bakan boş salonlara konuştu. Karizması yerlere serildi. Video konferans da neyin nesi, nereden çıktı diyeceksiniz? Öğretmene bir şey mi söylemek istiyorsun? Gazetecileri, televizyoncuları çağır söyleyeceğini söyle. Ya da video çekimi yaptır internete koy. İsteyen izlesin. Hava atacak ya. Bakan da amma teknoloji biliyor, teknolojiden etkin yararlanıyor diyeceğiz ya. Olmadı tabi... 

Yine de Bakanı kutlamak lazım. Böyle bir olay Türkiye’de bir ilk oldu. Bakan Bey Türkiye’nin bütün illerine, ilçelerine, hatta köylerine aynı anda seslenecekti. Yapamadı. Adı, Türkiye’nin her yerinde boş salonlara konuşan bakan olarak tarihe yazıldı. Utandı mı? Hayır. Kim utanıyor ki o utansın. Memleket utanmaz bakanlarla dolu.  

Konuyu dağıtmadan belirteyim. Sayın bakan eğitimde kalitenin düşük olduğundan yakınır. Sorumluluğu öğretmenlere atar. Öğretmenler iyi değilmiş. Öğretmenler iyi yetişse eğitimde zirve yapacağız. Öğretmen tabi önemli… Eğitimde kalitenin ön şartı eğitim sisteminin iyi yönetilmesidir. Asıl sorun bu; eğitim sistemimiz yönetilemiyor. Sistem, yönetme becerisine sahip olanların elinde değil.

Hatırlatalım: Mesleği öğretmenlik olmayan binlerce üniversite mezununu kim öğretmen yaptı. Devlet. Devlet, öğretmenlik mesleğini ayaklar altına aldı, yerlerde süründürdü. Süründürmeye devam ediyor. Önceki iktidarlar, üniversite diploması olan herkesi kadrolu öğretmen yapardı. Tayyip iktidarının farkı öğretmenleri kadrosuz çalıştırmak. Kadro yerine ücretli öğretmenlik getirildi. Kim olursan ol. Üniversite diploman varsa ücretli öğretmenlik yapabiliyorsun.

Şimdi… Sorun şu: Sen kime kızıyorsun Sayın Bakan? Eğitimin kalitesini öğretmenler bozmuyor. Aynaya bakarsanız kimin bozduğunu görürsünüz. Bakan da olsanız bilmiyorsunuz, bir daha hatırlatalım: Karın tokluğuna çalışan, iş güvencesi olmayan öğretmene ücretli öğretmen deniyor. Ücretli polis, ücretli doktor, avukat, bakan, millitvekili var mı? Ücretli öğretmenliğe karşı çıkan öğretmen adaylarına sayın bakanın cevabı şu: Neden ücretli öğretmen olmayı kabul etmiyorsunuz? Ücretli öğretmen olursanız biz de hayvan yetiştiricilerini öğreten yapmaktan vazgeçeriz.

Şunu da ekleyelim… Bakanın incilerinden biri de şöyle: Atanamayan öğretmenler cami önünde yem bekleyen güvercinlere benziyor. Kafasını kıracaksın böyle adamların. Kim sizden sakada bekliyor. Hayvan yetiştiricileri kim Sayın Bakan? Bu güne kadar kaç hayvan yetiştiricisini hayvanları yetiştirsin diye öğretmen yaptınız. Veterinerleri kastediyorsan onlar hayvan yetiştiricisi değil. Hayvan yetiştiricilerine çoban diyoruz. Milli Eğitimi çobanlarla mı yönetiyorsunuz. Öğrenciyi koyun mu sanıyorsunuz? Ne demek istiyorsanız açık söyleyin.

Ruh halinizi ben açıklayayım: Öğretmenleri sevmiyorsunuz çünkü öğretmenliğiniz tartışmalı. Nasıl üniversite hocası olduğunuz tartışmalı, çalışmalarınız tartışmalı, teziniz, doktoranız, neyiniz var, neyiniz yoksa tartışmalı. Bugünlere gelmenizde etkili olan neydi? Torpil mi? Başka bir şeyiniz yok. Oturduğunuz koltuğu doldurabilseydiniz daha hoşgörülü olurdunuz belki. O koltuk size bol geldi. O kadar bol geldi ki içinde kayboldunuz. Şu anda o koltuk boş görünüyor. Üzerinde bir oturan var ama görebilene aşk olsun.

Not:
Kız kardeşim Hülya intihar etti. Geceyi hastanede geçirdik.

Hiç yorum yok:

SÖZCÜ GAZETESİNDEN SEÇME MAKALELER AÇ, İNDİR, OKU